Bir sabah kalkıp, aynaya bakarken kendimize şu soruyu sormayı denedik mi hiç. Bugün ne kadar insan olacağım?

Tamam bu soru kulağa fazla dramatik ya da felsefi gelebilir. Ama aslında hayata dair en sade ve en gerçek sorulardan biri. Çünkü son zamanlarda insanlığın ne olduğunu unutur gibi yaşıyoruz. Belki de sorun, "insan" olmanın doğuştan geldiğimizi, ama "insanlık" denen şeyin seçilerek sürdürüldüğünü unutmamız gerektiğidir.

Bakıyoruz teknolojimiz gelişti, binalarımız yükseldi, yollar uzadı. Bilgimiz çoğaldı ama bilincimiz daraldı. Ve biz daha çok görüyoruz ama daha az hissediyoruz galiba. Çünkü yardım etmek yerine izliyoruz. Anlamak yerine yargılıyoruz. Dinlemek yerine konuşmak için sıraya giriyoruz.

Düşünüyorum da bir çocuk ağladığında kaç kişi durup bakıyor? Ya da bir yaşlı, markette bozuk paralarını sayarken kaçımız sabırla bekliyoruz? Belki bunlar küçük örnekler gibi durabilir ama aslında insanlık tam da bu küçük anlarda saklı. Veya bir gazeteye manşet olan büyük hareketlerde değil, kimsenin görmediği, karşılık beklenmeyen jestlerde gizlidir.

Neden derseniz?

Çünkü insanlık, görünmeyeni görmeyi seçmektir. Kendin gibi olmayanı anlamaya çalışmak, acıyı sırf senin başına gelmedi diye küçümsememektir. Bir selamda, bir tebessümde, bir omuz vermede hayat bulur.

Bakıyorum bugün herkes haklı, herkes yorgun, herkes bir şeylerden şikayetçi. Ama kimse dönüp kendine sormuyor.

Ben neyi unuttum?

Belki de unuttuğumuz, insan olmanın en sade hali. Nezaket, Empati, sessizce destek olmak ne kimsenin alkışlamadığı iyilikleri yapmak. Hatta belki yeniden başlamak gerekir. Daha az bağırarak, daha çok dinleyerek. Daha az korkarak, daha çok anlayarak. Yeniden, en baştan. Çünkü insanlık, kaybedildiğinde değil, hatırlanmadığında yok olur. Nihayetinde her şey hala bizim elimizdedir. Saygılarımla..