BARIŞ ÇOK MU UZAK

Saatlerce klavyenin başına geçiyorum ama bir türlü kendimi toplayıp yazacaklarımı dökemiyorum satırlara… Harfleri bir araya getiremiyorum. Bazı harfler

Saatlerce klavyenin başına geçiyorum ama bir türlü kendimi toplayıp yazacaklarımı dökemiyorum satırlara…

Harfleri bir araya getiremiyorum.

Bazı harfler kayıp…

Kayıp olanın harfler olmayıp da duygularım olduğunun çok sonra farkına varıyorum!

Aşırı yük altında olan bir bent gibiyim. Açsam kapaklarımı sel basacak her yanı...

Bir avcının elinde yayından fırlamak üzere gerilen bir oktan farkım yok.

Uzun süre suskun kaldıktan sonra harekete geçmiş bir volkanım adeta…

Lavlarımı içime akıtıyorum.

Kobani’nin yaraları daha yeni kabuk bağlamışken Suruç Katliamı ve ardından gelen asker, polis ve gerilla ölümleriyle ülkenin yeni bir savaş ve kaosa sürüklenmesi umutlarımızı alıp götürüyor bilmediğimiz bir yere…

İşte bu nedenle nereden başlayacağıma karar veremiyorum…

Kilitleniyorum akşam ajanslarının başına geçince...

Havada kan, şiddet ve katliam kokusu var!

Twitter ve Facebook’a giremiyorum mesela… O kadar kirli ve seviyesiz demeçler var ki ortalıkta dolaşan…

Sabah kalktığımda geceden kalma “şu kadar polis, şu kadar asker, şu kadar gerilla yaşamını kaybetti” türünden haberlerin yenileriyle yer değiştirmiş olabileceğinden endişelerim tavan yapıyor!

Yarınlara dair kimsenin bir fikri yok! Ülke freni patlamış ve yokuş aşağı yol alan bir araç gibi kontrolden çıkmış bir izlenim veriyor…

Nerede duracak nasıl duracak kimsenin bir fikri yok!

Oysa nasıl da umutlanmıştık barışa dair…

Nasıl da inanmıştık atılan kardeşlik naralarına.

‘İşte bu!’ demiştik son yıllarda…

Yıllarca hasretini çektiğimiz ama hiçbir zaman tam yaşamadığımız demokrasinin tadına varacaktık.

Yeni doğan çocuklarımız özgür, mutlu, huzurlu bir ülkede açacaklardı gözlerini.

Dili, dini, mezhebi, kökeni, cinsiyeti ne olursa olsun herkes kendisi olacak, kendi değerleriyle bu ülkede yerini alacaktı.

Hatta Avrupa Birliğine girecektik. İleri demokrasi olacaktık!

Ve en önemlisi barış gelecekti bu topraklara. Yüz yıldır yapılan hatalar telafi edilecek, otuz yıldır dağda olan ve artık saçları ağaran bu ülkenin insanları evlerine dönecek, demokrasi meydanlarına inecekti.

Polislerimiz, askerlerimiz, dağdaki gençlerimiz artık ölmeyecek, barış adına fidanlar dikilecekti.

Sabah kalktığımızda acaba bu gece kime ne oldu veya yarın kime ne olacak kaygıları ortadan kalkacaktı.

Acılarımızı birlikte bal eyleyip, mutluluklarımızı pay edecektik…

İşte bu yüzden yazamıyorum… Klavyemde harflerin yerini bulamıyorum!

Bir savaşa doğru yuvarlanıyor olmamızdan başka bir şey değil beni acıtan, içimi kanatan…

Sahibi belli olana kadar bana ait olacağını düşündüğüm şu söz aslında her şeyi özetliyor galiba;

“Savaş başlatmak ne kadar kolaysa barış yapmak da bir o kadar zordur. Önemli olan zoru başarmaktır…”

Evet, asıl içimi kemiren bir adım ötemizde olan barışı elimizin tersiyle itelememiz, içinde bulunduğumuz Ortadoğu denilen coğrafyada yaşanan katliamlar, savaşlar, ölümler, çekilen acılar, sürgünler, göçler… Ve yok olan insani değerlerdir.

Burnumuzun dibinde yaşanan tarihte eşi ve benzeri görülmemiş, savaş hukukunu bile hiçe sayarak kuralsız ve sınırsız yöntemlerle insan onurunu ayaklar altına alan, insanın insan denen mahlukattan tiksinmesine yol açan gelişmelerdir…

Suruç’tur, Ceylanpınar’dır, Diyarbakır’dır, Şemdinli’dir, İzmir’dir, İstanbul’dur… Ve ülkenin dört bir köşesinde yüreğine ateş düşen anaların feryatları, kuruyan göz pınarlarıdır.

Ve Cumartesi Anneleridir…

Bu kadar karamsarlığın ortasında teselli bulduğumuz bir tek şey var! Her karanlığın sonunda bir aydınlığın, her gecenin bir sabahının…

Her savaşın bir barışının…

Her tünelin bir çıkışının olacağı düşüncesi.

Peki biz nasıl çıkacağız bu girdaptan. Nasıl yeniden umutlarımız filizlenecek?

Sanırım nasıl daha çok savaşmamız değil nasıl savaşı bitirebiliriz üzerine yoğunlaşmamız lazım.

Barışın kıymetini anlamak için yeni ocaklara ateş düşmesini mi bekleyeceğiz?

Yıllarca denenen yöntemleri bir kez daha mı yaşayalım?

Çatışmayı ne kadar günlük yaşamın bir parçası haline getirirsek getirelim bir gün mutlaka barış kapımızı çalacak!

Evet, bu kaçınılmaz! Tarihteki en kanlı, en uzun süren savaşlar bile bir barışla noktalanmıştır. Bu, savaşın doğasında var. Yine savaşta diretenlerin savaşı kazanmış olsalar da aslında kaybettiklerine tarih defalarca şahitlik etmiştir.

O halde neden barış şimdi değil!

Önemli olan hasarının büyük olmamasıdır.

Daha da önemlisi hasar oluşmadan barışa bir an önce uzanmaktır…

“Nerde kalmıştık!” diyebilmektir.

Bunu diyebilmek ve barışa uzanabilmek için hep bir ağızdan “barış, hemen şimdi!”, “biji aşiti!” ve “Yurtta Barış, Dünyada Barış!”diyebilmemiz lazım, hem de acilen…

#

31 Tem 2015 - 04:31 - Gündem

urfanatik.com son bir ayda 2.184.811 kez ziyaret edildi.


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Urfanatik Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Urfanatik Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Urfanatik Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Urfanatik Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.